A.Kemal KAŞKAR –
Derleme-Yaşam Öyküsü / Erasmus Yayıncılık / İstanbul 2017 / 157 Sayfa
Bazen bir kitabı alıp okumanıza şöylesi bir söz neden olabilir:
“Eğer dikkatli olmazsanız, gazeteler mazlumlardan nefret etmenizi zalimleriyse sevmenizi sağlar”
Bu kitap, Malcolm X’in bu sözleri sayesinde dikkatimi çekti.
Malcolm X, ABD’nde ‘ırk ayrımcılığı’ ile mücadele tarihinin önde gelen sert aktörlerinden biri …
19 Mayıs 1925’te ABD’nin Nebraska eyaletinde doğmuş. Asıl ismi Malcolm Little’dır. Babası Reverend Earl Little, siyahilerin Amerika’da hiçbir zaman hak ettikleri özgürlüğe kavuşamayacağını düşünen bir Baptist idi (Protestanların çoğuyla aynı temel inançları paylaşan, ama yalnızca inananların vaftiz edilmesi ve vaftizin de suya daldırma yoluyla yapılması gerektiğine inanan Protestanlar.) Babası Reverend Earl, 4 kardeşini beyazlar tarafından işlenen cinayetlere kurban vermiş ve kendisi de 1931’de faili meçhul bir cinayete kurban gitmiştir. Babasının ölümü üzerine Malcolm ve kardeşleri çeşitli ailelerin yanına, annesi ise akıl hastanesine yerleştirilmiştir.
Evlatlık verildiği ailenin yanında, Massachusetts’te ilkokulu bitirdi. Lise yıllarında parlak bir öğrenci olan Malcolm, avukat olma hayalleri kuruyordu. Bu hayalini duyan öğretmeni, avukatlığın siyahiler için gerçekçi bir hayal olmadığını söyleyince Malcolm okulu bırakıp Boston’da yaşayan üvey ablasının yanına gitti. Ve birçok işte çalıştı, giderek pek çok ‘şuç’a bulaştı. 1946 Şubatında hırsızlık suçundan 10 yıl hapse mahkum edildi. 1948’in sonlarında “zenci milliyetçiliği”ni savunan Elijah Muhammed ile mektuplaşmaya başladı. Yaşamı boyunca beyaz adamdan sadece şiddet ve adaletsizlik gören Malcolm, Elijah Muhammed’in “Nation of Islam” (İslam Milleti) hareketine dahil olup X soyadını aldı. Hapisten çıktıktan sonra sert, tavizsiz ve ırkçı söylemlerle adeta hareketin sözcüsü olan Malcolm X, Mart 1964’te Nation of İslam hareketinden ayrıldı.
Malcolm X, 1964 yılında Hacca gider. Hac dönüşünde Sünni-İslam’ı benimsediğini ve beyaz adamı artık “şeytan” olarak görmediğini söyler. Siyahilerin özgürlüğü konusunda eski görüşü nispeten devam etse de, ırkçı görüşünden vazgeçer ve Hac ibadeti sırasında gerçek kardeşliği bulduğunu söyler. Hac dönüşünde El-Hacı Malik El-Şahbaz ismini alır. 1965 senesinde Afrika Birliği Organizasyonu’ndan esinlenerek Afro-Amerikan Birliği Organizasyonunu kurar. 15 Şubat 1965’te New York’taki evi bombalanır ve saldırıdan ailesi yara almadan kurtulur. Bu saldırıdan 6 gün sonra, 21 Şubat 1965 tarihinde 3’ü İslam Ulusu hareketi üyesi olan 6 silahlı kişi tarafından konuşma yaparken öldürülür …
Ve kitaptan, Malcolm X ile Martin Luther King’in mücadele anlayışları arasındaki farka dikkat çekmek için kaleme alınmış olan, benimse daha çok ABD’nin ibretlik tarihine dikkatinizi çekmek için seçtiğim biraz uzunca bir bölümü -özetlemeye çalışarak- paylaşmak istiyorum …
Martin Luther King mi, Malcolm X mi haklı çıktı?
North Carolina A&T Üniversitesi’nden dört siyah öğrenci, 1 Şubat 1960 tarihinde, Kuzey Carolina’nın Greensboro şehrinde, “sadece beyazlara” servis yapılan ünlü kafe-market zinciri Woolworth şubesine girip otururlar. Gün boyunca ‘beyazlara ait koltuklardan’ kalkmayan Franklin McCain, Joseph McNeil, Ezell Blair ve David Richmond’a kahve servisi yapılmaz. Ertesi sabah kafe-market açılırken kapıda dördü kız tam yirmi beş öğrenciydiler. Yine oturdular. Üç gün sonra 4 Şubat günü kampüsün beyaz öğrencileriyle beraber tam 300 öğrenci Woolworth kafe-marketin kapısındaydılar. Grup birkaç hafta boyunca her gün gelip oturdu. Ve bu eylem ırkçı ayrımcılığın bütün şiddetiyle egemen olduğu güney eyaletlerinin tamamına yayıldı. Önce Winston-Salem, Durham, Raleigh ve Charlotte. Derken Nashvilla, Richmond Virginia, hatta Kentucky Louisville… Nerede siyahların oturması yasak bir restoran ya da kafe sandalyesi varsa oturdular. Polis değişik şehirlerde kafelere girip oturan yüzlerce siyah ya da beyaz aktivisti tutukladı.
Güney eyaletlerinde üst düzey isim “zencilerin durup dururken huzursuzluk çıkarmalarını” kınayan ortak bildiriler yayınladılar. Ancak dönemin ABD Başkanı Eisenhower siyasi kariyerinin en onurlu çıkışlarından birini yaptı. 16 Mart 1960 günü, “Doğrusu Anayasa’da eşitlik hakkı için mücadele eden herkese sempati duyarım” diyerek, “Greensboro Dörtlüsü” diye anılan siyah gençlerin başlattığı mücadeleye en üst düzey desteği verdi.
Eşitlik eyleminin başladığı Woolworth Greensboro şubesi 6 ay sonra Temmuz 1960’ta ayrımcılık uygulamasını kaldırdı. Kafenin dört siyah hizmetlisi kafede yemek yiyip kahve içebilen ilk siyahlar oldular. Greensboro Dörtlüsü’nden Joseph McNeil, 1960 yılı Eylül ayında okula dönmek için şehre geri geldiğinde ilk işi eylemi başlattıkları kafeye giderek oturmak oldu. Artık siyahlara da servis yapılan kafede bir heyecan ve keyifle pizza ve kahve ısmarladı. “Bir daha da gitmedim” deyip ekledi: “Pizzaları berbattı.”
1990 yılında kapanan Woolworth şubesi, eylemin 50. yılında, 1 Şubat 2010 tarihinde Sivil Haklar Müzesi olarak açıldı. O dört gencin oturduğu tezgâh-bar ve dört sandalyeyse artık Washington DC’de ülkenin en prestijli müzesi olan Smithsonian Müzesi’nde bir özgürlük abidesi olarak sergileniyor.
1960’lı yıllara damga vuran sivil haklar mücadelesinin en önemli ilham kaynağı kimdi?
1 Aralık 1955 Cuma günü, Alabama’nın Montgomery şehrinde siyah terzi bir kadın şehir fuarındaki işinden akşam 6’da çıktı. Çok yorgundu ve bir an önce evine ulaşmak istiyordu. Otobüsün ortasındaki ‘değişken’ statülü koltuklardan birine oturdu. Yasalara göre ilk 10 sıra beyazlarındı. Siyahlarsa en arka bölümde yolculuk etmek zorundaydılar. Ortadaki değişken statülü koltuklarsa beyazların sıraları doluncaya kadar siyahların da oturabilecekleri koltuklardı. Beyaz sıralar dolduğunda ya da şoför gerekli gördüğünde siyahlar bu koltukları boşaltmak zorundaydılar. Eğer arkada da yer yoksa otobüsten inmeleri gerekiyordu. Birkaç durak sonra otobüsün beyazlara ayrılan kısmı dolup dört beyaz yolcu ayakta kalınca şoför değişken koltuklarda oturan dört siyah yolcudan yerlerini boşaltmalarını istedi. Üç siyah erkek yolcu itirazsız arka tarafa geçti. Ancak adı Rosa Parks olan kadın bunu reddedince tutuklandı. Rosa Parks’ın tutukluluyğunun üçüncü gününde insan hakları tarihine “Montgomery Otobüs Boykotu” adıyla geçen büyük eylem başladı. Siyahlar tam 382 gün boyunca otobüslere binmediler. İşlerine, okullarına yürüdüler. Rosa Parks’ın tutuklandığının ertesi günü ne yapılabilir diye konuşmak için toplanan grupta bulunan Dexter Sokağı’nın küçük Baptist kilisesinin 26 yaşındaki genç vaizi Martin Luther King Jr, kısa sürede eylemin dinamosu oldu.
1956 yılının sonunda Yüksek Mahkeme’nin ırk ayrımcılığını yasaklamasıyla başarıya ulaşacak eylem sürecinde King silahlı saldırıya uğradı. Evi bombalandı. Defalarca tutuklandı. Ancak tek birinde bile öfkelenmedi, şiddeti meşru savunma olarak görmedi. Şiddeti savunan her siyahın karşısına en önce o dikildi. Eylemler kısa sürede güney eyaletlerini aşıp tüm ülkeye yayıldı. Bu eylemler sonucunda, 1964 yılında Sivil Haklar Yasası ve 1965 yılında siyahlara da oy hakkı veren yasa kabul edildi.
Bu yoğun dönemin toplumsal hafızada yer eden en önemli anıysa 28 Ağustos 1963 günü yaşandı. Kongre önünde yaklaşık yarım milyon kişinin toplandığı yürüyüş Amerikan tarihinin en büyük kitlesel gösterisi oldu. Marlon Brando’dan Charlton Heston’a, Joan Baez’den Bob Dylon’a kadar çok sayıda dev ismin de katıldığı gösteride King’in yaptığı “I Have a Dream (Bir rüyam var)” adlı konuşma, sadece Amerikan tarihinin değil, insanlık tarihinin en ünlü hitabelerinden biri oldu. “Bir rüyam var” konuşması King’in şöhretini ülke dışına da taşıdı. 14 Ekim 1964’te daha 35 yaşındayken bugüne kadar ödüle layık görülen en genç insan olarak Nobel Barış Ödülü verildi.
Martin Luther King Jr’ın Amerikan medyasında en büyük eleştirilere maruz kalmasıysa 4 Nisan 1967 yılında yaptığı konuşmada Vietnam savaşını eleştirmesiyle gerçekleşti. Başta Time Dergisi ve Washington Post olmak üzere birçok medya organının çok sert eleştirilerine maruz kaldı. Washington Post, “King, ülkesi, davası ve halkı için faydalı olma şansını azalttı” diye yazdı. Ülkeye ihanetle suçlandı. Aynı Post dört yıl sonra kendisine sızdırılan Vietnam Papers adlı gizli belgeleri yayınlayacak ve savaşın sebep ve sonuçlarının yetkililerin iddia ettiği gibi olmadığını ve Amerikan halkının çıkarlarına aykırı olduğunu açıklayacaktı.
King 3 Nisan 1968 gecesi Memphis’te bir kilisede toplanan iki bin kişiye bir gün sonra olacakları adeta sezmişçesine, tarihe “Mountaintop Hitabesi” diye geçen hüzünlü bir veda konuşması yaptı:
“Bundan sonra bana ne olacağı önemli değil. Herkes gibi ben de uzun yaşamak isterim. Ancak artık bununla ilgilenmiyorum. Sadece Tanrı’nın iradesine teslim olmak istiyorum. Bu gece çok mutluyum ve hiçbir şeyden endişe etmiyorum. Hiçbir insandan korkmuyorum. Tanrı bana dağın zirvesine çıkma lütfunda bulundu. Oradan etrafa baktım. Ve ‘Vaat Edilmiş Ülke’yi gördüm. Ben oraya sizinle ulaşamayabilirim. Ancak bu gece bilmenizi istiyorum ki biz halk olarak o vaat edilmiş ülkeye ulaşacağız.”
King, bu konuşmasından 10 saat sonra, 4 Nisan sabahı, Memphis’te kaldığı ve bugün müzeye dönüştürülmüş Lorraine Motel’in balkonuna hava almak için çıktığı sırada dürbünlü bir tüfekle atılan tek kurşunla yere yığıldı. Yardımcısı rahip Jesse Jackson’un dizlerinde 50 dakika sonra hayatını kaybetti. Martin Luther King’in ölümü ülke çapında büyük şiddet olayların ayol açtı. 60 şehirde çıkan isyanlarda 46 kişi öldü. Aynı akşam Indianapolis’te seçim kampanyası için bulunan başkan adayı Robert Kennedy hemen şehrin siyahlarının yaşadığı gettosuna gitti.
“Size çok acı bir haberim var; Martin Luther King bu akşam öldürüldü. Eğer böyle bir insafsızlık karşısında içinizde doğan nefret ve kızgınlıkla bütün beyazları suçlamaya kalkışırsanız, hatırlayın ki ben de aynı tür duygularla doluyum. Benim de ağabeyim öldürüldü. Hem de bir beyaz tarafından.”
Robert Kennedy de, bu teselli konuşmasından sadece 4 ay sonra, 5 Haziran 1968’de Los Angeles’ta öldürüldü. (Sayfa 91-97)