“Ayşegül Şenay KAŞKAR –
Tülay Ferah / Roman / Eksik Parça Yayınları / Nisan 2016 / 256 sayfa
Tülay Ferah Hatay’ın Reyhanlı ilçesine bağlı Harran köyünde 1954 yılında dünyaya geldi. İstanbul’da Çamlıca Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra çeşitli atölyelerde resim eğitimi gördü ve sergiler açtı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin açtığı yaz kurslarında tiyatro dersleri verdi, briç eğitmenliği yaptı.
Yazmaya kısa öykülerle başladı. Öyküleri ve şiir üstüne yazdığı denemeleri Türk Dili dergisi başta olmak üzere çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlandı. Ferah, Türkiye Yazarlar Sendikası üyesidir. İstanbul’da yaşamaktadır.
Romanları
Sinek Olmak Zor Şey, Sıcak, Kırmızı Erik, Erkek, Mayo mu Osmanlı mı?, Aşk Minyatürleri, Gidersen Ölmem
Öykü Kitapları
Dünya Çıplak
Çocuk Kitapları
Ebemkuşağı, Okullu Melekler
4 – 8 Ocak 1991 Büyük Madenci Yürüyüşü …
Genel Maden-İş’in bağlı olduğu Türk-İş 3 Ocak 1991’de Türkiye çapında 1 günlük genel grev kararı almıştır. Zonguldak’ta sendika, genel grevi sürdürebilmek amacıyla 4 Ocak’ta toplu halde Ankara’ya gitmeye karar verir. Ancak Ankara’ya gitmek için İstanbul’dan beklenen 1150 otobüs hiç gelmeyecektir. Genel Maden-İş Başkanı Şemsi Denizer 4 Ocak sabahı 10.30’da madencilerin toplandığı meydana bakar ve “Arabalarımızı engellediler. Arabayla gidemiyoruz. Ama ayaklarımız var. Yürüyeceğiz” açıklamasını yapar.
Yürüyüşün tanıkları 300 km’lik yolu yürümeye saatler içinde karar verildiğini, sendika dahil hiçbir kurumun veya işçinin yürüyüşe yönelik örgütlenmediğini belirtmektedir. 4 Ocak öğleden sonraya kadar, Zonguldak’taki birçok evden işçilere battaniye, ayakkabı gibi ihtiyaçlar sağlanır. Şemsi Denizer, yürüyüşe katılmaya kararlı olan madenci eşlerine Zonguldak’ta kalmalarını söyler, ancak kadınlar bu öneriyi dinlemeyecek ve yürüyüşün en önemli aktörlerinden biri haline gelecektir. Yürüyüş başlar ve kitle, çevre ilçelerden katılımlarla katlanarak büyür. Yaklaşık 100 bin kişi Ankara’ya yürümektedir…
Yazar Tülay Ferah; Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin önemli olaylarından biri olan bu yürüyüşten yola çıkarak kaleme aldığı romanına şöyle başlar: “Buradaki tek gerçek, yer ve zamandır…”
Kozlu Kömür Ocağı’nın girişinde toplanan işçiler, yüzyıllar boyunca kök salmış umutsuzluklarından sıyrılarak daha etkili bir hak arama biçimi olan grevi deneyecekler. Sendika başkanı ilk kez Gelik Beldesi’nde işçiyken giydiği grev gömleği sırtında, elinde megafon, işçi ücretlerinin, sosyal haklarının düzeltilmesini vurgulayan kararlı, güçlü bir sesle konuşuyor.
Onların yanından geçerek – 300 kotunda bin iki yüz madenci de sabah vardiyasında işbaşı yapıyorlar.
Kısa bir süre sonra grizu patlaması oluyor. İşçiler birbirlerine yardım etmeye çalışırlarken yeni bir kömür tozu patlaması daha oluyor…
“…
Başkan soruyor:
“Bizden çaldıklarını alacak mıyız?..”
“Alacağız!”
“Zonguldak işçisi yalnız mı?”
“Hayır!..”
“Onları affedecek miyiz?”
“Hayır!”
Yıl 1990, 30 Kasım, saat 14:30…
Madenciler hak arayışı içinde. O güne kadar yaşadıkları sömürünün beyinlerine oluşturduğu travmadan kurtulmak istiyorlar; haklarını savunacak kişiler, yukarıda dur durak bilmeden onları umuda hazırlıyor.
Bir kadın koşarak geliyor: “Köksal!” diye bağırıyor, “Köksalıma bir şey mi oldu?”
Herkes onu izlemekte…
Ayşe’yi de… Gözleri kıpkırmızı Ayşe’nin, kimsesi kalmadı. Tanrı’nın, tek başına doğanın kucağına bıraktığı kullarından… Annesi, kocasının özlemine dayanamadığı için kalp krizi sonucu öldüğünde, aile kavramı da geçerliliğini yitirmişti. Annesi Cavidan, ölmeden önce her gün kocasının ölümünü anlattı, aynı sözcüklerle sustu.
“Babanızı mavi, kırmızı, yeşil alev topu yutmuş, bareti bile erimiştir!”
Gün boyu, hava kararıncaya kadar sloganlar atılıyor:
Genel grev, genel grev, başka yolu yok!
“İki madenci, üzerlerinde grev gömleği, koşar adımlarla yanlarından geçiyor.
Ilgaz iç çekiyor.
“Burada grev sürüyor ama Ankara’dan hayırlı bir haber gelmiyor, takmıyorlar grevimizi.”
“Neden gelmiyor?”
“Bizlerden korkuyorlar, aç kalmalıyız ki korkmasınlar. Madenci en büyük güçtür, en büyük Suna abla! Ama hep eziyorlar bizi, hakkımızı vermiyorlar, ocaklarımızı kapatmak istiyorlar. Kömürü burada bitirip yabancı ülkelerden almaya başlarsak Türkiye biter, babam Ali İsmet Tuna böyle söylüyor.”
…
On binlerce madencinin katıldığı grev sonuç vermedi… Sendika otobüslerle Ankara’ya gitme kararı aldı …
“On binlerce maden işçisi soluğunu tutmuş bekliyor.
Başkanın sesini duyuyorlar: “Canlarım, hoş geldiniz!.. Arabalarımızı engellediler. Ankara’ya arabalarımızla gidemeyeceğiz ama ayaklarımız var. Yürüyeceğiz, yürüyeceğiz!..
Madenciler tek ağızdan haykırıyorlar:
Başkan, seninle ölüme de gideriz!
Attıkları sloganların yaşantılarını tepeden tırnağa değiştireceğine inanıyorlar; o güne kadar görülmemiş bir özgürlük havasını solumaktalar; yeni bir gelecek yaratmaya doğru atılan adımlar, geleceğine sahip çıkmanın ta kendisi; onurun yanına ölüm yakışmıyor ama son bulmayacakmış gibi görünen kaza raporlarından biri daha açılmamak üzere dosyalanmış durumda…”